Röportaj: Eylem Esen Arabacı
pembehayat.org’un 11. Yargı Paketini Paketliyoruz serisinin altıncı bölümünde, GALADER – Gökkuşağı Aileleri Derneği’nden Atilla Dirim ile konuşuyoruz.
Atilla Dirim, trans bir çocuğun babası olarak paketin içerdiği düzenlemelerin yarattığı endişeyi, devlet dilinin ailelere etkisini ve babalığın nasıl başka bir sorumluluğa dönüştüğünü anlatıyor.
Bu röportajda, babalığın sessizlikle değil, cesaretle yeniden yazılabileceğini vurguluyor ve yargı paketi için düşüncelerini ekliyor:
“Çocuklarımızı bir kalıba sokmaya ve bu kalıba girmeyenleri hapisle cezalandırmaya çalışıyorlar.”
1. 11. Yargı Paketi, transların yaşam hakkını hedef alan düzenlemeler içeriyor. Bir baba olarak, bu taslak seni ve çocuğunu nasıl etkiledi? İlk duyduğunda ne hissettin?
“Bir trans babası olarak bu yargı paketi aslında beklediğim bir şeydi. Zaten uzunca bir süredir çeşitli yasa taslakları ve tasarıları hazırlayarak, birtakım kararnamelerle hormon kısıtlaması getirerek ve 18 olan cinsiyet uyum ameliyatı olma yaşını 21'e çıkartarak, bu yargı paketini adım adım inşa etmişlerdi. Tabii bir yandan büyük bir kara propaganda dalgasıyla, yani özelde transların ama genelde LGBTİ+'ların aile ve toplum düşmanı olduğuna dair sayısız yalan anlatarak toplumu da buna hazırlamaya çalışmışlardı. Dolayısıyla bu yargı paketi benim için sürpriz olmadı ama ilk duyduğumda hem kendi çocuğum hem de diğer LGBTİ+lar için elbette çok endişeleniyorum.
Böyle benzetmeler yapmaktan pek hoşlanmam ama ister istemez aklıma Nazi Almanyasında felaketin adım adım yaklaştığını gören Yahudilerin durumu geliyor. Özelde translar, genelde LGBTİ+lar şu anda sadece var oldukları için, sadece varoluşları yüzünden hapis cezasına çarptırılmakla karşı karşıyalar. Bu korkunç durum karşısında ister istemez endişeleniyor ve öfkeleniyorum. Çocuğum başka bir ülkede yaşıyor ama sık sık bizi ziyarete geldiği için bu yasanın hedefi olmaktan muaf değil; bu durum onu ve arkadaşlarını, yakınlarını endişelendiriyor tabii.”
2. Devletin trans çocukları “koruma” söylemiyle aslında onların kimliklerini yok sayan bir dil kurduğunu görüyoruz. Bu politik dili bir baba olarak nasıl okuyorsun?
“Şu anki kanunlara göre devlet kişilerin 18 yaşında trans olabileceklerini kabul ediyor. Peki, bu kişiler 18 yaşına gelinceye kadar trans değidiler de, reşit olunca mı birdenbire “eh hadi cinsiyet değiştireyim bari” mi dediler? Biz trans ebeveynleri bunun böyle olmadığını biliyoruz. Biz çocuklarımızı 18 yaşına geldiklerinde ağaçtan toplamadık, onları biz yetiştirdik, biz büyüttük. Kimi çocuğumuz bize reşit olduktan sonra açılmayı tercih etti, kimi de reşit olmadan, yani çocukken açılmayı tercih etti. Ama ne zaman açılmış olurlarsa olsunlar, biz çocuklarımızın bir şekilde “farklı” olduğunu, bir dertleri olduğunu biliyorduk.
Elbette trans çocuklar vardır ama devlet bunun olamayacağını söyleyerek, çocukların etki altında bırakılarak ya da yanlış yönlendirilerek, aslında istismar edilerek trans olmaya “zorlandığını” öne sürüyor. Bunun böyle olduğunu sanan yetişkinlerin sayısı maalesef az değil. Bu, aslında heteronormatif düzenin, yani ikili cinsiyet rejiminin bir ürünü. İkili cinsiyet rejimine göre insanlar erkek ve kadın olarak ikiye ayrılır ve heteroseksüeldir. Bu çerçevenin dışında kalan her şey gerçek değildir, farklı cinsiyet kimliklerine veya cinsel yönelimlere sahip olduğunu öne süren çocuklar, kurtarılmaları gereken birer “kurbandır”. Oysa biz tarih boyunca cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim yelpazesinin büyük bir zenginliğe sahip olduğunu biliyoruz. Bizim çocuklarımız ne suçlu ne kurban, kendi varoluşlarını yaşamak isteyen, bu anlamda temel hak ve özgürlüklerini kullanmak isteyen birer birey. Aslında durum bundan ibaret.”
3. Türkiye’de babalık genellikle sessizlik ve mesafe üzerinden tarifleniyor. Senin bu süreçte babalıkla ilişkin nasıl değişti? Kızgınlık, korku ya da koruma duygusu arasında nasıl bir denge kurdun?
“Türkiye'de babalık hâlâ aile resi olmakla özdeşleştirilen bir durum. Yani babalara aileyi “koruma”, heteronormatif bir çerçevede muhafaza etme görevi yükleniyor. Bu yüzden çocukları LGBTİ+ olarak açılan babalar bu duruma tepkisel davranmayı, ya da sessiz kalmayı ve mesafelenmeyi tercih ediyor. Bu, çok sık karşılaştığımız bir durum. Ben çocuğumuz bize açılmadan önce de LGBTİ+ varoluşu hakkında bilgi sahibiydim; çocuğumuzun bize açılması bende tepkiselliğe ya da mesafelenmeye yol açmadı ama yine de çocuğumuzun başına gelebilecekleri büyük bir korkuya kapılmama neden oldu. Ancak ona destek olacağımızı anlamasıyla birlikte çocuğumuzun giderek daha mutlu olması ve güçlenmesi, bende bu korkuyu azalttı. Yine de çocuğumu korumak için bir şeyler yapma dürtüsü çok güçlüydü ve hayatım boyunca örgütlü mücadelenin önemine inanan biri olarak diğer LGBTİ+ aileleriyle temas kurarak örgütlenme çabası içine girmem, bu korkuyu giderek azalttı.
Babalıkla ilişkim bu süreçte nasıl değişti? Her şeyden önce çocukların “bizim” olmadığını, kendi varoluşlarını yaşamaya çalışan birer birey olduklarını anlamamı ve kabullenmemi sağladı. Artık çocuk-ebeveyn ilişkilerine bambaşka bir gözle baktığımı söyleyebilirim. Aramızdaki ilişkinin hiyerarşik değil, eşit seviyede bir ilişki olması için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.”
4. GALADER çatısı altında lubunya çocukların aileleri yıllardır birlikte mücadele ediyor. Bu mücadele sana ne öğretti? Aile olmanın anlamı senin için nasıl dönüştü?
“Ankara Gökkuşağı Aileleri Derneği'ni 2019 yılında kurduk. O günden bu yana hem çocukları LGBTİ+ olarak yeni açılan ebeveynlere destek olmaya ve onları güçlendirmeye çalışıyoruz hem de toplumdaki LGBTİ+ farkındalığını artırmak için çeşitli faaliyetlerde bulunuyoruz. GALADER çatısı altında yürüttüğüm mücadele bana her şeyden önce değişim ve dönüşümün mümkün olduğunu öğretti. Aramıza ağlayarak katılan pek çok ebeveynin artık yüzü gülüyor. Sadece aileler değil, temas kurduğumuz ve LGBTİ+ konusu hakkında pek az şey bilen ya da mesafeli olan pek çok insanın da paylaştığımız deneyimlerden sonra hızla değiştiğine şahit olduk.
Tartıştığımız pek çok şeyden biri de şüphesiz aile kurumunun niteliği. Yukarıda da söylediğim gibi çocuklarımızın kendi varoluşlarını yaşamak isteyen birer birey olduğunu, bunun en temel hakları olduğunu, bunu bastırmanın çocuğa kötülük yapmakla eş anlamlı olduğunu öğrendik ve ailelerimiz daha demokratik bir işleyişe kavuştu. En azından bunun için adım atıyor olmak bile son derece özgürleştirici bir duygu. Aile içinde otorite ve baskı meğer bizi, özellikle de babaları bağlayan birer zincirmiş. Bunlardan kurtulmaya çalışmak benim için de, arkadaşlarım için de harika bir duygu.”
5. Eğer bu röportaj bir çağrı olsaydı, o çağrı diğer babalara ne olurdu? Bugün bir baba olarak en çok neyi söylemek isterdin?
“Bugün bir baba olarak diğer babalara çocuklarının kendilerini gerçekleştirmelerine fırsat vermelerini söylemeyi isterim. Her çocuk bir evren ve kendi evreniyle varolmaya hakkı var. Çocuklarımızı bir kalıba sokmaya ve bu kalıba girmeyenleri hapisle cezalandırmaya çalışıyorlar. Oysa kendini gerçekleştiremeyen, kendi varoluşunu yaşayamayan çocuklar zaten kendi içlerinde hapisler. Şimdi de kendi içlerine hapsolan çocuklarımızı bir kez daha hapsedecekler. Buna izin vermemeliyiz. Babaların bir sürü çekincesi olduğunu biliyorum. Bunların hiç biri çocuklarımızın mutluluğundan önemli değil. Klişe gibi görünebilir ama kırın zincirlerinizi gitsin!..”