'Mücadele Etmeye Devam Etmek Gerekiyor'

DSÖ’nün açıkladığı bu kararın olumlu bir değişiklik olduğunu belirten Başar, mücadele etmekten neden vazgeçilmemesi gerektiğini de açıklıyor:

 

“Cinsiyet kimliği ve ifadesi, tarihin her döneminde geniş bir değişkenlik sergilemiş olan insan özellikleridir. Bu özelliklerin evrensel, sınırları belli, değişmez kategoriler halinde değerlendirilmesi, o dönem toplumda yaygın kabul görülen ya da dayatılan dışındakilerin sorunlu ya da sapma olarak değerlendirilmesi belli bir düşünce sisteminin sonucudur, kanıtlara dayanmamaktadır. Bu durumu ifade etmek için ortaya atılıp ilk kez 1923’te kullanılan ‘transseksüel’ kelimesi, geçtiğimiz yüzyılda yaygınlaşmış, doğduğunda tayin edildiği cinsiyetten farklı cinsiyet özelliklerine sahip kişilere yönelik tıbbı girişimler 1950li yıllardan itibaren yaygınlaşmıştı. Bu dönem insanların bu tıbbi hizmetler erişimini sağlamak üzere sınıflandırma sistemlerinde bu adla bir tanı kategorisine yer verildi. Zaman içinde insanların kendilerini tarif ettikleri bir kimliğin, aynı zamanda bir ruhsal bozukluk olarak anılmasının, transların maruz kaldığı damgalanmanın önemli kaynaklarından olduğu defalarca gösterildi. Yapılan araştırmalarda, artan klinik deneyim de transların zeka, mizaç, karakter ve benzeri ruhsal, zihinsel özellikler açısından toplumun geri kalanından farklı olmadıklarını gösterdi. Bu nedenlerle, trans aktivistlerin başı çektiği, cinsiyet kimliği ile ilgili çalışan uzmanların da bir bölümünün desteklediği ‘trans olmanın hastalık olarak kabul edilmemesi’ hareketi yıllardır her platformda mücadelesini sürdürmekte.”

 

“Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanıp ruhsal bozuklukların sınıflandırmasında yaygın olarak kullanılan DSM’nin son güncellemesi (2013) öncesinde yoğun tartışmalar yaşanmıştı. Tanı tamamen sınıflandırmadan çıkarılmamış, ancak öncekinin aksine ‘kimlik’ ve ‘bozukluk’ sözcükleri kullanılmayarak ve çeşitliliğe imkan verecek şekilde ‘Cinsiyetinden Hoşnutsuzluk’ tanısı oluşturulmuştu.”

 

“Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) güncellediği hastalık sınıflandırması (ICD), ruhsal bozukluklarla ilgili resmi olarak en yaygın kullanılan sistem. Uzun süredir devam eden güncelleme çabasının sonucu 18 Haziran’da açıklandı. Beklendiği üzere ‘transseksüelizm’ olarak adlandırılan kategori ortadan kaldırıldı. Cinsiyet Uyuşmazlığı/Örtüşmemesi (Gender Incongruence) tanısı, bir kimliğe karşılık gelecek şekilde değil, cinsiyet kimliği ile doğduğunda tayin edildiği cinsiyet arasında farklılık nedeniyle yaşanan sıkıntı üzerinden tarif edilmiştir. Daha önemlisi bu tanı ‘Ruhsal, davranışsal ve nörogelişimsel bozukluklar’ bölümünden çıkartılarak, yeni tanımlanan ve sağlıkla ilgili diğer konuları da kapsayan ‘Cinsel sağlık’ bölümüne taşınmıştır. Böylece çok uzun süredir yaygın olarak kabul edildiği üzere, sadece cinsiyet kimliği ve ifadesine dayanılarak bir insanın ruhsal bozukluğu olduğunun söylenemeyeceği ifade edilmiştir. “

 

 

“Bu değişim trans aktivistlerin çabalarının bir sonucudur.”

“Bu değişikliğin kişilerin yaşadığı damgalanma ve ayrımcılık üzerinde olumlu etkileri olması beklenmekte.  Bir tanı kodunun korunmuş olması gerek duyulan tıbbi desteğin sürdürülmesi için yeterli kabul edilmekte. Ancak benzeri değişikliklerle kendiliğinden damgalanmanın üstesinden gelinemeyeceği de, tıbbi desteğe erişimle ilgili sorunların aşılamayacağı da aşikar. Hele de bu değişiklikle translara ruh sağlığı uzmanları tarafından sunulan hizmetin sınırlanabileceğini düşünenler yanılgı içerisindeler. Bunlarla ilgili hem transların hem de sağlık çalışanlarının mücadele etmeye devam etmeleri gerekiyor. Dahası tıbbi sınıflandırma sistemleri içinde çok sayıda eleştirilebilecek konu var. Çocuklarda cinsiyet çeşitliliğine yaklaşım, interseksler, parafililer gibi. Bunlarla ilgili de mücadeleye devam etmek gerekli görünüyor. Ancak Amerikan Psikiyatri Birliğinin 1973’te eşcinselliğin ruhsal bozukluk olmadığına ilişkin kararına benzer tarihi bir değişime şahitlik ettiğimizi belirtmeden geçmemek gerek. Bu değişimin birçok ülkede bu alanda usanmadan mücadele veren trans aktivistlerin çabalarının sonucu olduğunu da vurgulamak isterim.