'Sinemamızın 100. Yılı' ve Queer Sinema

 Edebiyat dergisi Varlık, Kasım 2014 sayısındaki dosya konusunu sinemaya ayırmış. Hem de dosya ‘Sinemamızın 100. Yılı: Yeşilçam Sinemasında Eşcinseller ve Trans Bireyler’ başlığı taşıyor.

Dosyada küçük İskender, Hüseyin Alemdar ve Aslıhan İlhan gibi isimler Yeşilçam’daki eşcinselleri ve transları anlatırken, Enis Rıza ve Mustafa Altıoklar’la da birer söyleşi bulunuyor.

Geçen sene bitirme projem için “Türkiye’de queer sinema nedir'”i araştırırken fark ettiğim bir şey vardı: Nerdeyse hiçbir şey. Evet, sinemanın 60’lı yıllarından itibaren kadınlar başka kadınları öpmeye başlıyor, daha sonraki yıllarda ‘bağzı erkekler’ geçmişlerindeki ‘travmalarla’ ibneleşiyor, diğerlerine dert oluyordu. Fakat bunların hiçbiri ne queer’e tekabül ediyordu, ne de eşcinsel ve trans bireylerin günlük yaşamlarındaki gerçekliğe...

Proje en sonunda “Sinemada LGBT’ler var (İ var mı bilmiyorum'), son dönemde de birkaç queer denebilecek filmler görülüyor” sonucuna vardı. Kutluğ Ataman’a ve Ferzan Özpetek’e sonsuz teşekkürlerle nokta buldu.

Tabii bu konuları araştırırken LGBTİ filmleri ya da queer sinema diye bir yazıtın da Türkiye’de yetersiz olduğunu fark etmiştim. ‘Türkiye sinemasında cinsellik’ gibi yazılarda da son başlıklarda eşcinseller ve translar üzerine birkaç söz ediliyordu. Bu açıdan Varlık’ın bu ayki sayısı güzel bir arşiv niteliği taşıyor.

Dosyada ilk yazı Aslıhan İlhan tarafından yazılmış. İlhan, Türkiye sinemasında eşcinsel ve trans karakterlerin izini sürüyor. Yazısını ‘kadın eşcinselliği’, ‘erkek eşcinselliği’ ve ‘trans bireyler’ başlıklarına bölen, filmleri ayrı ayrı anlatan İlhan, özellikle erkek eşcinselliğini gösteren filmlerin kadınlarınkinden yaklaşık yirmi dört sene beyaz perdeye yansımasının ilginçliğine dikkat çekiyor. Yazar, “Bu gecikmenin sebebini net bir şekilde tanımlamak mümkün olmasa da Yeşilçam sinemasının heteroseksüel kahraman erkek imajını korumak istediği düşünülebilir” diyor. Bu noktada, Cumhuriyet tarihinde kültür ve medya ürünlerinde kadın eşcinselliğine uzunca süre ‘otantik’ ve ‘seksi’ olmasıyla ‘zararsız bir eğlence’ noktasında göz yumulduğu hatırlatılabilir. SPoD’un Ekim ayındaki Bahar Semineri’nde konuşan Tarihçi Laden Yurttagüler 50’li yıllardaki dergi ve gazetelerde kadın ve erkek eşcinselliğinin anlamlandırılamadığını ve ‘doğal olmayan’ bir çizgide sunulduğunu belirtmiş, buna rağmen kadınlar arası cinselliğin gösterildiğini söylemişti. Yeşilçam da aslında konuyu benzer şekillerde sunuyor. Yurttagüler’in incelediği 50’li yılların Seksoloji dergisinde öpüşen ve sevişen kadınları gösteren grafik, resim ve illüstrasyonların çok benzerleri Türkiye’de çok kısa bir dönem sonra, 60’lı yıllarda Ver Elini İstanbul ve İki Gemi Yan Yana gibi filmlerde, görülmeye başlandı. Demek istediğim; Aslıhan İlhan’ın yazdığı kadar belirsiz bir atmosfer yok o dönemde; erkek eşcinselliği taşıdığı tehlikeyle, yüzleşilmesi zor bir konu olarak kültür hayatında uzunca yıllar iteleniyor. Konunun basında yavaş yavaş konuşulmaya başlamasına rağmen görselleştirilmesinin çok geç yaşanması, sinemanın kendisinin heteroseksüel erkek olmasından da kaynaklanır. Bu nedenle değerli örneklerin Ferzan Özpetek veya Kutluğ Ataman’dan geliyor.

Varlık’ın dosyasının ikinci yazısı, ilkini tamamlar nitelikte. küçük İskender ‘Sinemamızın LGBTTIQ ile imtihanı’ başlıklı yazısında, daha çok son dönem Türkiye sinemasındaki filmlerden bahsediyor. Daha önce bahsettiğim ‘queer sinema sorunsalını’ küçük İskender “Pervasızca perdeye aktarılabilecek, günümüzdeki Queer tartışmalarının ve bildirgelerinin önünü açacak hiçbir örneğe doğrudan rastlanmaz, rastlanamaz en başlarda” diye dillendiriyor. Fakat son dönemdeki “ezberletilen kuralları zorlayan örnekler” olarak Dönersen Islık Çal, Gece Melek ve Bizim Çocuklar, Lola + Bilidikid, Ferzan Özpetek sineması, Çağan Irmak sineması, Ağır Roman ve Zenne’yi gösteriyor. (Bu listede Zenne’nin birçok anlamda ‘iktidar ilişkilerini’ yeniden üretmesi nedeniyle yerinin olmadığı kanaatindeyim.) Yazının ilerleyen noktalarında ise küçük İskender Benim Çocuğum belgeseline değiniyor ve beyaz perdenin queer bir tahayyülünün olduğunu bizlere hatırlatıyor.

Dosyada son olarak dikkat çeken, Hüseyin Alemdar’ın Yeşilçam’dan seçtiği yüz filmlik listesini de içeren yazısı. Yazar, şiirsel bir dille anlattığı ve film repliklerinden verdiği başlıklarla okuması eğlenceli bir yazı kaleme almış. Yüz filmlik listesinde de, özel bir seçim mi bilinmez, ama ilk sıraya Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ını koyduğunu buradan hatırlatalım.

100 derken'

‘Türk sinemasının 100. yılı’ olarak lanse edilen bu yılın, aslında ne kadar tartışmalı olduğu çokça tartışıldı. İstanbul Modern’deki serginin ise ‘Türkiye sinemasının 100. yılı’ olarak sunulması tercih edildi. Varlık da ‘Sinemamızın 100. yılı’ başlığını tercih etti. Türk olmadıkları için görmezden gelinen, 20. yüzyıl başında Balkanlarda yaşayan Osmanlı vatandaşları Manaki Kardeşler’in filmleri, Varlık dergisi tarafından da ‘sinemamız’ diyerek geçiştirilmiş oluyor. Manaki Kardeşler’in 1905’ten itibaren çektikleri günlük yaşamdan kesitler, tarihi kişiler, yerel olaylar ve gelenekleri anlatan filmleri yerine, varlığı bile muamma ‘Türk filmi’ Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’nı tarihsel olarak baz almak alelade geliyor bana.

‘Resmi’ sinema tarihinde yazılan ve yazılmayan bir noktadan sunulmasına rağmen, Varlık’ın bu dosyası Türkiye’de queer sinemanın tartışılması için büyük önem taşıyor.

Tartışmaya Lola + Bilidikid’in şu repliği ile de başlayabiliriz:

- Fikret, garı gibi. Bu ne kılık' (...) Bizi aldatıyormuşsun demek ki erkeğim diye, ha'!

- E ne yapacaktım' Benim gibi yalnız bir kadın, azgın kocalarınız da hep kıçımda. Ben de dedim ki, bu dünya erkeklerin dünyası. Eğer kadınlık onurunu falan koruyacaksan başka yolu yok, erkek ayağına yatcan.

- Kafam bulandı. Ama anladım galiba. 

(Mehmet Akın, Kaos GL)