Alexey Olien'in Deprem Güncesi Part-II

Alexey Olien deprem güncesinin ikinci partında; deprem bölgesinde gözlemlediği sosyal krizleri, hukuki destek mekanizmalarını aktarırken; deprem sonrası mülk, kira, taşınma, hayat ve hukukun temas edeceği konular üzerine bilgilendirme çalışmalarının yapılması gerektiğini vurguluyor. 

“Bununla birlikte henüz deprem bölgesinde veya başka deprem tehdidi altındaki illerde henüz yıkılmamış binaları da tek tek kayıt altına almak lazım. Bireyleri halk toplantılarıyla bilgilendirmek lazım deprem sonrası mülk, kira, taşınma, hayat ve hukukun temas edeceği her tür meseleleri hakkında. Hatay Barosunun dayanışma whatsapp gruplarındayım. Whatsapp gruplarından hareketle çok büyük faydalar sağlayan nice isimsiz kahraman meslektaşlar gördüm o baroda. Yaralar biraz daha sarılıp acil eylemler durulmaya başlayınca mutlak hukuki konular halk toplantılarıyla veya sosyal medya paylaşımlarıyla anlatılmalı. Rehberler hazırlandı, görüyorum ama bu rehberler ne yazık ki halka ulaşmıyor. Belki sadece meslektaşlara faydası oldu. Bulunduğum yörelerde böyle rehberlerden haberi olan tek bir kişiye dahi rastlamadım, onlarla paylaşmaya çalıştım bu rehberleri.”

“Her şeye karşın hayatı olumlamak ve dayanışma”

Olien, deprem bölgesinde, alandaki LGBTİQ+ hareketinin eksikliğinden veya açıkça görünür olmadığından, yerinde psikososyal destek için harekete geçilmediginden ve Pembe Hayat ve Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkeziyle koordine olmaya çalıştığı, Twitter’da “lubunya ses ver” dediği halde kendilerini hareketin bazi unsurlarının dışladığından ve bu nedenle bir örgütle koordine olamadan gittiginin de altini çiziyor.


“En azından 21. Yüzyıl, LGBTİQ+ Hareketimizin insani, ekolojist, patriarki ve türcülüğe karşı, seküler, kendini hiçbir ötekiye kapatmayan, açan, kıvrak ve etkili bir hareket olduğunu gösterdi. Bizlerin bir habeas corpus mücadelesi var ve başka aileler vardır, diyoruz. Kendi öz-deneyimim bana hareketimizin bu direniş boyutunu da hatırlattı. Herşeye karşın hayatı olumlamak ve dayanışma. Sokakta tanıştığım aile ile bir depremzedelikte birleşmek ve aile olmak. Biz buyuz. Ailemle bağlarımı asla koparmayacağım. Onlarla dayanışmayı sürdüreceğim. Hepimizin hayatlarının bir kitabı var mı bilmiyorum ama önünüze açılan bir kitabın sayfalarını çevirmekten çekinmezseniz bir felaket içinde dahi yepyeni kapılarla insan olmayı, toplum olmayı, geleceğe herşeye rağmen umutla bakmayı deneyimleyebilirsiniz. Bu da bir açılma sürecidir.”

“Bu sınavı başarmak zorundayız”

Deprem sonrasına dair ilkelerle hareket eden insanlar olmamız gerektiğini belirten Olien, hiçbir şey için “çok geç değil” diyor:

Deprem yöresinden anlatacak o kadar çok şey var ki bizler bir denklemi çözmek zorundayız. O bizlerin devlet ve toplum olma yolundaki en büyük denklemimiz, en zor sorumuz. Bu sınavı başarmak zorundayız. 

Konfor anlayışımızı, hayat tarzımızı, ötekiye dair önyargılarımızı, idare etme ve edilme kabiliyetimizi, değerlerimizi evet değerlerimizi, neye değer verirken neleri ezip geçtiğimizi sorgulamadıkça bu gerçekleşmeyecek. Tekrar tekrar not etmeliyim ki bu herkes için geçerli. O kadar büyük bir yıkım içinde nazik olan insanlar var. Buna Anadolu halkları ve kültürleri deniyor herhalde. Bu, bu toprakta var. Eğer bu, bu toprakta varsa, bu toprakların dezavantajlı grupları için etkinlik gösteren her örgütte olmalı. Ezip geçerek aktivizm olmaz. İnsan, insanlık; proje, projecilik değil aslında, onu gördüm ben bu seyahatte. 

Ve bizim kapsayıcı, kuşatıcı, etik, eşitlikçi, kuralcı, liyakate saygılı, kliklerle değil ilkelerle hareket eden insanlar olmamız için de it is not too late= Çok geç değil!”

Depremler öldürmez, binalar öldürür”

Deprem sonrasına ve hayata dair; acılarımızı, deneyimlerimizi paylaşmakla sorunlarımıza çözüm bulabilmek için bir adım atmış olabileceğimizin altını çizen Olien, “Zulme karşı direnebilmeliyiz” diyor:

İzmir de bir deprem bölgesi. İstanbul da. Her yerde yeni depremler olabilir. Depremler öldürmez, binalar öldürür. Bu bir gerçek. Ama insanın yakısı yine insanda. Dönüşebilmeliyiz. İlke ve kurallarımız olmalı. Bunları sahaya indirebilmeliyiz. Zulme karşı direnebilmeliyiz. Bu her sınıftan insanın ahlaki ödevidir. Bu ahlaki ödev, bugün herkes için çok daha net bir şekilde ortaya çıktı. Üstümüzdeki kara bulutları dağıtmak zorundayız. Halkımıza halklarımıza karşı kurulmuş tezgahları dağıtmak ve hakça bir yönetim modeli bulmak zorundayız. Bu aslında benim için bir Anayasa sorunu da. Ben bu seyahatimde bu memleketin bir Anayasa Hukuku Doçenti de olarak hayatı, halkı, devleti, hakkı, hukuku, tabiatı ve insanları bir arada tutan gerçeklikleri ve tüm bu unsurlardaki meselelerin özünü gördüm. Türkiye’yi anlamak, çözmek ve yeniden ayağa kaldırmanın, senelerdir, en geç ohalden, daha sonra pandemiden ve şimdiyse depremlerden beri yaşadığımız acıların payımıza düşenlerini birleştirmekle ve bunları paylaşıp değerlendirmekle mümkün olacağını düşünüyorum. Herkes senelerdir, belki son 20 senedir, özellikle son 20 senedir; ama belki de çok daha fazla süredir yaşadıklarını birbirine anlatsa, bunları birleştirse ve modellese sorunlarımızı çözmek için bir adım atmış oluruz, diye düşünüyorum.