Alexey Olien'in Deprem Güncesi Part-I

Kahramanmaraş merkezli deprem haberini aldıktan sonra, deprem bölgelerinden Hatay’a giden Alexey Olien; bölgeye gitmeden önceki hazırlık sürecini, bölgeye gittikten sonra yaşadığı deneyimi ve konuyla ilgili hukuki boyutu Pembe Hayat LGBTİ+ Dayanışma Derneği’ne anlattı. 

10 Şubat-18 Şubat tarihlerinde bölgede bulunan Olien’in; Hatay, Belen Antakya, Samandağ, Vakıflıköy, Kırıkhan, İskenderun izlenimlerine tanıklık edeceğimiz bu güncenin bu bölümünde, bölgeye gitmeden önceki hazırlık sürecine ve bölgedeki izlenimlerine tanıklık edeceğiz. 

Olien, deprem gecesi haberi aldığında İzmir Karaburun’da olduğunu belirtti ve o anı şöyle aktardı: 

Gece 4.30 da depremin haberini aldığımda ise bunun son derece ağır bir olay olduğunu anlamıştım. Zira sert bir kışın ortasında enkaz altında kalmak ne demektir bilemesem de arazide tecrübe ettiğim koşullarda elektriksiz susuz ve sert bir iklimde orta yerde kalmak ne demektir tahmin edebiliyordum. 

Şöyle bir tablo düşünün: eviniz yıkılmış, belki enkaz altında kalmaktan kıl payı kurtulmuşsunuz, hava sıcaklığı eksilerde, bir pijama bir terlik, hatta ayağınız çıplak, hazırlıksız, canınızı kurtarmak için büyük mücadelelerle kendinizi sokağa atmışsınız, o sarsıntılarda yiyecek içecek alamazsınız çıkarken yanınıza, belki mantonuz ceketiniz dahi nerede bilmiyorsunuz. Bir yandan şimşekler çakıyor, sicim gibi bir yağmur yağıyor, bir yandan da göz gözü görmüyor, sarsıntılardan kurtulup da dışarı çıktığınızda kapkaranlık bir sokağa cam kırıkları, molozlar, demirler, çivilerle kaplı yere, hatta yağmurdan ıslanarak aşırı kaygan hale gelmiş yerlere çıkıyorsunuz, güneşin doğmasına daha kaç saat var. Bir yerleriniz yaralı, belki cama bastınız farkında değilsiniz, belki bir yeriniz kırık. Bu manzara bana daha sonra sıklıkla anlatıldı yörede ama bunu gitmeden önce de tahmin edebiliyordum. Uzun süredir Türkiye'de özellikle İzmir’de de depremler oluyordu. 2021 depreminde İzmir’deydim, karayolunda yakalanmıştık. 

“Devlet varlığı ve görünürlüğü Hatay da son derece cılızdı”

Deprem bölgesine doğru yola çıkarken yaptığı hazırlıkları anlatan Olien, “Biz yurttaşlar olarak kendimizce mini bir -tabir caizse- müfreze oluşturup derhal dayanışmaya ve özveriye geçerken bin bir olanak sahibi devletin özellikle Hatay’ı ilk iki gün yalnız bırakmasına anlam veremiyordum zira bölgede bulunan herkes ve daha sonra benim de göreceğim tanıklığım kesinliğinde söyleyebilirim ki devlet varlığı ve görünürlüğü Hatay da son derece cılızdı” dedi.

Hatay’da ilk günlerde yaşanan temel ihtiyaçlardaki eksiklikleri ve  koordinasyonsuzluğu şöyle aktardı:

“Ciddi bir çadır varlığı yok. Ciddi bir sıcak yemek desteği yok. Ciddi bir tuvalet altyapısı getirilmedi. Ayrıca kentten ayrılamayan, enkazlarının akıbetini merak edip ayrılamayan, ayrılamadığı için çevre köylerdeki seralara dağılan kitle için hiçbir psikososyal destek yok. Koordinasyonsuzluk çok dikkatimi çekti ve bunu bölgede birebir afet yardım hizmetinde bulunan kamu görevlisi ahbabım dahi teyit etti. Hava çok soğuktu, Torosların karı, kentsel alanlar hayalet şehirler haline gelmişti, o ortamda ısınma da içinde bulunan çadır çok kritik bir olay. Bunun yaygın ve etkili olarak devletçe sağlandığına tanık olmadım.”

“Devletin koordinasyonsuzluğu çıplak gözle bile görülebiliyordu”

Deprem bölgesinde ilk olarak Hatay Samandağ’a giden Olien vardıklarında, depremzede ailelerle geçirdiği vakti ve ulaştırdığı yardımları anlatırken, “o bölgeye giden herkes de birer depremzede haline geliyor” dedi.

Ailenin bizlere, bize ilaç gibi geldiniz demesi, bir hafta önce hiç tanımadığımız insanlarla bir kaderde buluşmak, çadırdaki bir küçük sobanın etrafında 20-25 kişi toplanmamız, yeni bir deprem gelecek endişelerimiz, çocuklarla şiir çalışmalarımız, Deniz Mete’nin sokaktaki bir duvara kocaman harflerle Bugün Pazar Bugün Beni İlk Defa Güneşe çıkardılar yazması, çocukların bu duvar önündeki bahçede şiiri öğrenme yarışına girmeleri; dere boyunca yürüyüşe çıkmamız sanki ben hep bu hayatın içindeymişim, önceki hayatım yokmuş hissi verdi bana. 

AFAD çadırlarını yer yer gördüklerini fakat elektrik, su, tuvalet ihtiyacının olduğunu; plastik kirliliğinin büyük boyutlarda olduğunu vurguladı:

Afad ortamında iş makineleri, kepçeler çamurlu toprağı kazıyorlar ve bir tür eğim yaratıyorlardı ama orada ne yaptıklarını aileler de bilmiyordu ve yarattıkları bu eğimin çadırın içinde yatar pozisyonda onları zorladığından bahsediyorlardı. Tuvalet ve duşun olduğu bir ortam değildi ve plastik kirliliği büyük boyuttaydı. Deprem yöresinde, hemen hemen her yerde büyük bir plastik kirliliği oluşmuş. Bunu çıplak gözle de görebiliyorsunuz. Çöplerin ne zaman alınmaya başladığını bilmiyorum ama bizim gittiğimiz dönemde sokaklarda caddelerde enkazların önünde ve bahçelerde ciddi bir plastik kirliliği vardı. Tabii her alanda yine enkazlar ve bunların gelecek yeni sarsıntılarda çökecek olması durumuna karşı ben bir önlem alındığına denk gelmedim. En büyük ihtiyaç orada kalanlar açısından çadır, gitmek isteyenler açısından ulaşım, ısınmak için soba, ısıtıcı, temel gıda ve ilaçtı. Devletin koordinasyonsuzluğu dışarıdan çıplak gözle bile görülebiliyordu.

“Koskoca bir mahalleden oluşan ailelerim, çocuklarım var”

İhtiyaç sahibi insan ve türleri gözeterek destek verdiklerini belirten Olien, “orada artık ailelerim, çocuklarım var” diyor. 

Biz tabii biraz anarşist de sayılabilecek şekilde bağsız, bireysel ve küçük bir grupla kendi imkanlarımız dahilinde tanımadığımız ancak hakikaten ihtiyaç sahibi insan ve türleri gözeterek bir destek organizasyonunda bulunmayı amaçlamıştık. Bu amacımı kendi imkanlarım muvacehesinde gerçekleştirmiş sayılabilirim. Zira orada artık koskoca bir mahalleden oluşan ailelerim, çocuklarım var. 

“Kent, hayalet şehir haline gelmiş”

Antakya’nın hayalet şehir haline geldiğini aktaran Olien, insanların gelecek kaygılarının büyük olduğunu söyledi:

Antakya merkezin yıkıntıları arasında dolaştık ve çevreyi gözlemledik zaman zaman birbiri üzerine eğilmiş iki bina arasından cam kırıkları molozlar ve taşlar arasında geçmekten zorlandık. Tabii kent hayalet şehir haline gelmiş. Hatay da hayatta kalanlar ya kendi terk etmiş ya da köylerde seralarda akrabaları arasına sığınmış durumda. Herkeste büyük bir yas ve travma ve gelecekte ne olacağına dair kaygıları büyük. Hayatlarının merkezi olan Antakya’yı kaybetmekten dolayı derin keder içindeler. 

Antakya ve Samandağ’ın merkez ilçeler olmaktan çıktığını ve pek çok kişinin buralardan temel ihtiyaçlarına erişemeyecek hale geldiğini belirterek kurum ve kuruluşların yetersizliğini aktardı: 

“Sağlık hizmetlerinden yararlanma noktasında pek çok yurttaşın sorun yaşadığına ve ilaçların mahallelerde sağlık hizmetlerine yakın konu komşudan istendiğine tanık oldum. Ben bulunduğum sürece kocaman bir mahalleyle iletişime geçmek onlarla doğrudan temas kurmak isteyen hallerini hatırlarını sormaya gelen tek bir kamu görevlisi veya sivil toplum mensubuna veya herhangi bir siyasal partiden birilerine denk gelmedim. Zannediyorum onlar yurttaşla daha doğrudan teması tercih etmektense belli merkezlere konuşlanıp oralardan yardım dağıtıyorlardı”