İstanbul Trans Onur Haftası: “Trans ölümleri politiktir”

İstanbul Trans Onur Haftası, 45 yaşındaki evsiz trans kadın Palmiye Deniz’in Cihangir’de ölü bulunmasının ardından bugün (17 Şubat) basın açıklaması yaptı.

Trans Onur Haftası, 11 Şubat’ta Cihangir Parkı’nda ölü bulunan 45 yaşındaki evsiz trans kadın Palmiye Deniz için, “Palmiye Deniz İsyanımızdır” diyerek İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde basın açıklaması düzenledi:

“Deniz’i öldüren şey, devletin sistematik yok sayışları, kronik hale gelmiş nefret siyasetidir. Deniz’i öldüren şey, hükümetin transları kentlerden ve kırlardan kovan rant amaçlı kentsel dönüşüm süreci ve transları yalnızlaştırma çabalarıdır. Ama bizler tüm bunlara rağmen buradayız, örgütleniyoruz, güçleniyoruz. Bir arkadaşımızın daha ölümüne, nefret ve yalnızlaştırma politikasının yaratacağı bir cinayete, intihara daha tahammülümüz yok.”

Açıklamanın tam metni şöyle:

Deniz, İstanbul Cihangir'de sokakta yaşamak zorunda bırakılan 45 yaşında trans bir kadındı. Gideceği bir yer olmadığı için kaldırımlarda apartman önlerinde yatıyordu, kadın sığınma evlerine trans kadın olduğu gerekçesiyle alınmadı. Evsizliğe, sokakta yaşamaya mahkum edildi. Cihangir’deki komşuları Bakanlıktan Belediyelere kadar farklı kurumlara ulaşıp çözüm sağlamaya çalıştı. Bu kurumların destekleri ise Deniz’e ulaşmadı. Arkadaşımız en temel haklarından olan barınma ve sağlık hizmetlerinden mahrum bırakıldı. Hem evsizliği hem de sağlık sorunlarını sırf trans bir kadın olduğu için göz ardı edildi. Sokakta yaşamanın getirdiği birçok sağlık sorunu sebebiyle hastanelere gitti, oralardan da uzaklaştırıldı. Bizler biliyoruz ki Deniz’in ölümü önlenebilirdi. Onu evsiz bırakan hastanelerden geri gönderen Sığınma evlerinden geri çeviren tüm kurum, kuruluşlar ve kişiler onun ölümünden sorumludur. Deniz’i İstanbul'a bu dünyaya sığdıramadılar.  Denizi öldürdüler. Transfobik ve kadın düşmanı devletin yarattığı bu nefret ve terk etme politikası Deniz’i de vurdu. 

Deniz’i devletin Transfobik ve kadın düşmanı  politikaları öldürdü. Bugün istanbul sözleşmesinden bir çırpıda çıkan devlet ne kadın örgütlerinin haykırışlarını dinledi ne de yıllardır alanda çalışmalar yürüten LGBTİ+ örgütlerinin taleplerini.

Çalıştığımız caddelere, evlerimize, sokaklarımıza yapılan saldırılara, tahakküm çabalarına inat yan yanayız. Bazen omuz omuza bazen de bacak omuza. Devlet eliyle üretilen ve örgütlenen nefret politikaları nedeniyle katledilen ve intihara sürüklenen tüm arkadaşlarımızın faillerini biliyoruz, hesabına da soracağız! Zirve Soylu, Hande Kader, Okyanus Efe, Eylül Cansın, Roşin Çiçek, Doski Azad, Ahmet Yıldız ve diğer tüm arkadaşlarımızın hesabını soracağız. 

LGBTİ+ fobik devletin bize reva gördüğü bu düzeni kabul etmemekle birlikte, bu suça ortak olan herkesin adını yüksek sesle haykırıyoruz! Devletin ürettiği nefrete ek olarak trans dışlayıcı feministler tarafından kabul edilmiyoruz. Yıllarca gerek sosyal medyada, gerek alanlarda “kadın alanlarımızı” işgal ediyorsunuz diyerek transfobik nefret söylemleri üreten ve yayan bazı feministlerin de bu ölüme en az devlet kadar ortak olduklarını biliyoruz. 

2012-2019 yılları arasında hizmet vermiş olan İstanbul'daki trans misafirhanesi, biricik deneyimi olan transların barınma sorununu bir nebze olsun rahatlatmak için yola çıkmıştı. Ancak orası da destek görmeyerek aynı mekansızlık sebebiyle kapandı. Bugün trans misafirhanesi çalışmaya devam ediyor olsa, Deniz hayatta olabilirdi. Evsiz, sağlık sorunları yaşayan yaşlanmış translar için, devlet mekanizmaları çözüm üretmediği gibi bu alanda çalışan örgütlerin de önünü sistematik olarak tıkıyor. Ne Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ne de bu alanda çalışan örgütler doğrudan bir çözüm üretiyor. Translar ne bakım evlerinde, ne sığınma evlerinde, ne hastanelerde, ne de sokaklarda var olabiliyor. Devlet ihtiyacı olan translara alan açmamakla kalmıyor, transların kendilerini açtıkları güvenli alanları, evleri de bir bir yok ediyor. Trans kadınların evlerini mühürlüyor. Translar evlerine aylarca, yıllarca giremiyorlar. Yoksulluk ve sağlık sorunları olan translar ise daha büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. Bizler daha da yalnızlaştırılıyoruz. Sistematik eşitsizliklere ve yoksulluğa karşı çözüm üretme sorumluluğu üstümüze bırakılıyor. Tekrarlıyoruz: Deniz’in ölümü sistematik ve politik süreçlerin bir sonucudur. Bu ülkede translar en temel haklarından olan barınma ve sağlık hakkına erişimden yoksun bırakılıyor. Deniz’in ölümü tek başına münferit bir trans ölümü değildir. Bizler sorumluları biliyoruz. Deniz’i öldüren şey, devletin sistematik yok sayışları, kronik hale gelmiş nefret siyasetidir. Deniz’i öldüren şey, hükümetin transları kentlerden ve kırlardan kovan rant amaçlı kentsel dönüşüm süreci ve transları yalnızlaştırma çabalarıdır. Ama bizler tüm bunlara rağmen buradayız, örgütleniyoruz, güçleniyoruz. Bir arkadaşımızın daha ölümüne, nefret ve yalnızlaştırma politikasının yaratacağı bir cinayete, intihara daha tahammülümüz yok. 

Türkiye, Kürdistan ve Suriye’de gerçekleşen depremde ihmal ve para hırsından ötürü ölen halkları anıyoruz. Devletin Afet yönetimindeki hazırsızlığını üzülerek takip ediyoruz. Yaralananlara kendi politik değerlerimiz çerçevesinde uzun süreli dayanışma gösterebileceğimizi duyuruyoruz. Deprem gibi afetlerde başta translar olmak üzere LGBTİ+’lar, mülteciler, engelliler, toplumsal olarak eşitsizliğe maruz kalmış gruplar daha fazla etkileniyor. Kimi LGBTİ+’ların toplu çadırlara alınmadığını, gereksinimlerini isterken şiddet tehdidiyle karşı karşıya kaldıklarını biliyoruz. Deprem sonrası cinsiyete göre ayrılan toplu barınma yerleri Deniz’in de yaşadığı benzer barınma sıkıntılarına işaret ediyor. Hormon terapisi gören ve HIV ile yaşayan arkadaşlarımız her gün almaları gereken ilaçları afet koşullarında alamıyorlar. Afet ortasında şiddet tehdidi altında hayatta kalmayı reddediyoruz. Devlet eliyle yaratılan nefreti körükleyen, ayrıştırıcı, LGBTİ+ fobik, ırkçı, kadın düşmanı ve sağlamcı politikalar sebebiyle afet ortasında dahi hem hayatta kalma hem de varoluş mücadelesi vermek durumunda kalıyoruz. Deprem insanları eşitlemiyor, aksine varolan eşitsizlikleri derinleştirip daha da görünür kılıyor. Depremden etkinlenmiş transların özel sağlık ihtiyaçlarının karşılanmadığını, HIV ile yaşayan LGBTİ+’ların ilaçlarına erişemediğini hatta toplu çadır alanlarına alınmadığını biliyoruz. Afet ortamında LGBTİ+’ların sağlık ihtiyaçlarını kim karşılayacak? LGBTİ+’lar için güvenli alanları kim nasıl kuracak? Hedef göstermelere karşı onları kim koruyacak? Bu soruları soruyoruz. Çünkü depremin daha da görünür kıldığı problemlerimiz hakkında endişeliyiz. 

Hatırlamak ve bir kez daha söylemek istiyoruz: Deniz’in ölümü önlenebilirdi. Onu evsiz bırakan, hastanelerden geri gönderen, sığınma evlerinden geri çeviren tüm kurum, kuruluşlar ve kişiler onun ölümünden sorumludur. Deniz’in ölümünün de gösterdiği gibi evsizlik, yoksulluk, barınma ve sağlık haklarına erişim translar için hayati bir problemdir. Arkadaşımızın anısına sahip çıkıyoruz. Deniz için buradayız ve onun için yas tutuyoruz. Bir kez daha haykırıyoruz: Trans ölümleri politiktir!