
Röportaj: Eylem Esen Arabacı
Birleşik Krallık Üst Mahkemesi'nin geçtiğimiz haftalarda verdiği karar, trans gençlerin sağlık hizmetlerine erişimini kısıtlamasıyla uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Karar, yalnızca İngiltere’yi değil, dünya genelinde LGBTİ+ hakları için mücadele eden tüm toplulukları ve aileleri endişelendirdi. Türkiye’de trans çocukların ailelerinden oluşan GALADER (Gökkuşağı Aileleri Derneği), bu kararı “uluslararası bir alarm” olarak değerlendiriyor.
Trans dışlayıcı söylem ve uygulamaların yalnızca yurt dışında değil, Türkiye’de de giderek yaygınlaştığı bir dönemde, ailelerin bu karar karşısındaki tutumu, mücadelenin yerelden nasıl örüleceğine dair önemli ipuçları barındırıyor. GALADER ile yaptığımız bu röportajda, kararın etkilerini, trans çocukların yaşadığı hak kayıplarını, ailelerin direnişini ve ortak mücadele çağrılarını konuştuk.
Birleşik Krallık Üst Mahkemesi’nin verdiği bu kararı ilk duyduğunuzda ne hissettiniz? Bu karar sizce yalnızca İngiltere’yi mi ilgilendiriyor, yoksa uluslararası bir alarm mı?
GALADER olarak söz konusu mahkemenin sonucunu duyduğumuz zaman, ilk hissettiğimiz hayal kırıklığı oldu. Dernek olarak diğer ülkelerde LGBTİ+ konularındaki yaşanan gelişmeleri takip etmeye çalışıyoruz. Aslında insan haklarına yönelik tüm gelişmeleri takip ediyoruz. Tüm dünyada genelde insan hakları, özelde de LGBTİ+ hakları konularında geriye gidiş gözlemleniyor. Bundan ötürü bu tür kararları beklemekle birlikte, yine de hayal kırıklığı yaşıyoruz. Elbette bizim ülkemiz de bu gidişattan bağımsız değil. Dolayısıyla bir karar ister İngiltere’de ister Türkiye’de ister başka bir ülkede alınsın, hak ihlalleri konusunda bulunduğumuz noktaya işaret ediyor. Herhangi bir ülkede alınan bu tür bir hukuki kararın ve beraberinde getirdiği uygulamaların, uluslararası bir alarm olduğunu söyleyebiliriz.
Bu kararın özellikle trans gençler üzerinde nasıl etkiler doğurabileceğini düşünüyorsunuz? GALADER olarak bu konuda en çok neye dikkat çekmek istersiniz?
Gençlerimizin ve ailelerin bir kısmı yurt dışında LGBTİ+ haklarının, Türkiye’dekinden daha iyi bir noktada olduğunu düşünüyorlar. Hatta yurt dışına gitmek isteyenler var. Bazı açılardan kendilerine hak vermek gerekse de, bu örnekte de görüldüğü gibi, diğer ülkelerde de durum ideal olmaktan çok uzak, sürekli bir hak kaybı yaşanıyor ya da böyle bir risk var. Bu karar özellikle trans gençlerimizin, sadece cinsiyet uyum sürecinde değil, sonrasında da sürekli karşılaşabilecekleri ayrımcılığa işaret ediyor. Bu anlamda sürdürülebilir toplumsal destek mekanizmalarının tesis edilmesi, özellikle hak mücadelesi veren kamuoyunun bu konuda harekete geçmesi için çalışmalar yapılması yerinde olacaktır.
LGBTİ+ hakları konusunda ilerici bilinen bir ülkede böyle bir karar alınması, Türkiye gibi ülkelerdeki mücadeleyi sizce nasıl etkiler?
Önceden de dediğimiz gibi bu karar, diğer ülkelerdeki haklar konusunda nasıl geriye gidildiğini gözler önüne seriyor. Aslında zorlu mücadelelerle edinilmiş hakların ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha gördük. 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren zorlu mücadelelerde kazanılan kadın hakları, siyahların hakları, işçi hakları, LGBTİ+ hakları, kentsel haklar, maalesef hızla geri alınabiliyor. Bu haklar zaten hep kırılgan bir noktadaydı. Ancak 2008’de sistemin girdiği krizin etkisiyle tüm dünyada yükselen aşırı sağcı paradigma, tüm dünyadaki kırılgan grupları ve geniş halk kitlelerini daha dezavantajlı durumu sürüklüyor. Küresel dünyada özellikle LGBTİ+ haklarının daha gelişmiş olduğu ülkelerde yaşanan bu tür hak kayıpları, bu hakların daha zayıf olduğu ülkeleri olumsuz etkiliyor. Trump’ın iktidara geldikten sonra uyguladığı LGBTİ+ karşıtı politikaların, Türkiye’deki LGBTİ+ karşıtlarının elini güçlendirdiğini biliyoruz. Ancak bu durum hayal kırıklığı yaratmamalı, tam tersi mücadelelerin sürekli yapılması gerektiğini hatırlatmalıdır.
Aileler olarak bu tip kararlar karşısında ebeveynlerin alabileceği tavır sizce ne olmalı?
Bu tür ayrımcı politikaların dünya genelinde uygulandığının farkında olmak ve her zaman çocuklarımızın yanında olmak. Çocuklarımız konunun öznesi olarak yaşanan olumsuz gelişmelerden daha fazla etkilenebiliyor; onlara destek olmak, hem yaşam mücadelelerine hem de politik mücadelelerine katkıda bulunmak çok önemli. Bunun için daha fazla aileye ulaşmak ve aileleri güçlendirmek de ayrı bir önem taşıyor.
GALADER’in bu karara dair yaptığı analizde vurguladığınız temel noktalar nelerdi? Bu kararın gerisinde yatan trans dışlayıcı ideolojiye dair ne gibi tehlikelere işaret ediyorsunuz?
Bu karar, özellikle translar için cinsiyet uyum sürecinin ameliyatla ve kimlik kaydının değiştirilmesiyle sonuçlanan tıbbi ve hukuki süreçlerden ibaret olmadığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Toplumsal yaşamın her alanında, bize günlük pratiklerde olağan gelen her adımda bir ayrımcılık, bir engel gündeme gelebilir. Bu da kişilerin gündelik hayatını, mekan kullanımını, mekan algısını ve buna bağlı toplumsal karşılaşmaları olumsuz etkileyebilir.
Bu kararla birlikte sağlık hizmetlerine erişimin kısıtlanması da gündeme geliyor. Aileler olarak trans çocukların bedenlerine ve kararlarına saygı duymayı nasıl savunuyorsunuz?
Bu tür kararlar kesinlikle sağlık hizmetlerine de kısıtlama getirebilir. Cinsiyet uyum süreci tıbbi ve hukuki olarak tamamlansa bile sonrasında yaşanacak problemlerden bir tanesi de sağlık hizmetlerine erişim olacaktır. O nedenle sağlık çalışanları, eğitimciler dahil, toplumun her kesimine sürekli konu hakkında eğitimlerin verilmesi çok önemli. Biz aileler olarak çeşitli meslek gruplarıyla ama özellikle de sağlık çalışanlarıyla bir araya gelerek, konunun önemini anlatmaya ve LGBTİ+ dostu kamuoyunu güçlendirmeye çalışıyoruz.
Türkiye’de benzer söylemler ve uygulamalar görüyoruz. Bu küresel gerilemeye karşı yerelden nasıl bir mücadele örülmeli sizce?
Bilindiği gibi Türkiye’de LGBTİ+ karşıtı bir yasa taslağı, bir de yasa tasarısı var. Bunlardan birinin kabul edilmesi durumunda, özellikle trans çocuklarımızın uyum sürecine girmesi neredeyse imkansız hale gelecek. Bunun dışında iktidar 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etti, yetmedi, önümüzdeki on yıla da aynı sıfatı yakıştırdı. Bu, çocuklarımızın varoluşuna yönelik bir saldırı. Bu saldırıya biz aileler de çocuklarımız da var gücümüzle karşı koyacağız, ancak bu saldırının sadece bize yönelik olmadığını biliyoruz. LGBTİ+ hareketi, bu saldırının toplumun tüm kesimlerini hedef aldığını belirten ve toplumun tüm kesimlerini mücadeleye çağıran #HepimizHedefteyiz kampanyasını başlatmıştı. Gerçekten de sokakta yaşayan hayvanların katlini öngören “Katliam Yasası”ndan tutalım da, AB’ye karşı ellerinde koz olarak tuttukları ve her an “ülkelerine geri göndermekle” tehdit ettikleri mültecilere, haklarını savunan kadınlara, ağır ekonomik koşullar altında bunalan işçilere, umarsızca sömürdükleri doğaya kadar her şey ve herkes hedefte. Tek tek mücadelelerin iktidarın saldırılarına karşı koyması mümkündür, ancak hedefte olan herkesin vereceği birleşik bir mücadele gerçek ve kalıcı kazanımların önünü açabilir.
Son olarak, GALADER olarak kamuoyuna, medyaya ve diğer ailelere bu tür kararlar karşısında nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz?
GALADER olarak elbette bütün bu gelişmelerden endişeliyiz, ancak çocuklarımızın varolma hakkını sonuna dek savunacağız. Hak mücadelesi veren bütün kurum ve kuruluşları da yanımızda olmaya çağırıyoruz. Bu mücadelede medyanın önemi büyük, çünkü sesimiz onlar sayesinde çok daha gür çıkar. Bundan ötürü medyayı da sesimizi ülkenin dört bir yanına taşımaya davet ediyoruz. LGBTİ+ olsun ya da olmasın, çocuklarının daha iyi bir dünyada yaşamasını isteyen bütün aileleri de bize güç vermeye, bize katılmaya davet ediyoruz. Son olarak da çocuklarımıza teşekkür etmek istiyoruz, çünkü gerçekten de günün birinde daha güzel bir dünyada yaşayacaksak, bu, çocuklarımızın verdiği mücadele sayesinde olacak.