
Gazete Karınca yazarı Altan Sancar, nefret cinayetlerinin ve nefret suçlarının nedenlerini, hukuki ve toplumsal olarak neler yapılması gerektiğini araştırdığı yazısında şiddet maduru translarla ve Pembe Hayat Sosyal Hizmet Uzmanı ile yaptığı röportajlara yer verdi. İşte haberle ilgili bazı başlıklar:
.
.
'Türkiye'de şiddet her gün artarken, bu şiddetten en fazla etkilenenler arasında geçmişten bu yana kimlikleri nedeni ile baskıya maruz kalan translar oldukça önemli bir yer tutuyor. Her yıl yüzlerce transın şiddete maruz bırakıldığı Türkiye'de işlenen nefret cinayetlerine yönelik yargının tutumu ve medyanın dili de translar için yaşamı oldukça zorlaştırıyor.
Türkiye'de faaliyet gösteren birçok dernekten biri olan KAOS GL Derneği'nin yayınladığı '2017 Yılında Türkiye'de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu'na göre 2017'de bir önceki yıla göre homofobik ve transfobik nefret suçu bildirimlerinde azalma olurken, bu durumun nedeni olarak umut vermeyen politik ve toplumsal ortam gösteriliyor.
...
Son olarak İstanbul Beyoğlu'nda yaşayan Esra Ateş'in evinin önünde öldürülmesi ile bir kez daha gündeme gelen nefret cinayetleri, uzun yıllardır Türkiye'nin gündeminde yer alıyor. LGBTİ dernekleri ve insan hakları örgütleri tarafından cinayet ve saldırıların önlenmesi için hayati önemde görülen ve çıkarılması için mücadele edilen Nefret Suçları Yasası konusunda ise bir gelişme kaydedilmedi.
Esra Ateş'in evinin önünde öldürülmesinin ardından basın açıklaması düzenleyen arkadaşları ve LGBTİ aktivistleri cinayetlerin görünmez kılındığını belirterek durumu kabul etmediklerini belirtti. Açıklamada 'LGBTİ+ cinayetlerinin failleri yargılanırken tıpkı kadın cinayetlerinde yaptıkları gibi 'haksız tahrik' ve 'iyi hal' indirimleriyle faillere güç vermekte, yeni cinayetlerin ve saldırıların önünü açmaktadır' sözleri ile yargısal süreçlere dair itiraz dile getirildi.

...
Meydana gelen saldırının ardından saldırganın serbest bırakılması nedeni ile yaşadığı evde kendini güvende hissetmediğini ve avukatı aracılığı ile koruma talebinde bulunacağını dile getiren Eda, sağlık durumuna ilişkin ise şu bilgileri paylaştı:
'Yaşadığım bu olayın ardından dışarı çıkmaya korkar oldum. Aynı zamanda şu an çenem kırık ve 31 Ağustos tarihinde ameliyat olacağım. Sokağa çıktığım zamanlarda arkama bakarak tedirgin biçimde işlerimi halletmeye çalışıyorum. Olayın verdiği etki nedeni ile sürekli olarak takip ediliyormuşum hissi yaşıyorum. Kendimi evimin içinde bile kendimi güvende hissetmiyorum. Şu an için bir koruma tedbiri de bulunmuyor, avukatım bu konuda başvuru yapmaya hazırlanıyor.'
Eda son olarak medyaya çağrıda bulunarak, nefret suçlarına ilişkin haberlerde kullanılan haber diline özen gösterilmesini ve şiddetin teşvik edilmemesini istedi.

Toplumun erkekliği 'doğru yol' olarak adlandırdığına vurgu yapan Ören, durumu şu cümleler ile değerlendirdi:
'Türkiye'de translara yönelik hala bir kabullenememe durumu mevcut. Türkiye'de yetişen insanların büyük bir çoğunluğu, kadın veya erkek kimlikleri ile büyütülür ve bunların dışında bir norm görülünce reddetme durumu geliştiriliyor. Türkiye toplumu hala bir erkeğin kadın olabileceğini benimseyememiş durumda. Kaldı ki nefret cinayetlerinde en sık karşılaştığımız açıklamalar da 'Ben onun kadın olduğunu düşündüm, erkek çıktı' şeklinde oluyor. İnsanlar arasında geçen konuşmalarda dahi 'travesti' bir hakaret olarak kullanılıyor. Tamamen erkekliği koruma ve baskın olma güdüsü ile alakalı bir durum söz konusu. Nefret cinayetlerinin işlenmesine neden olan etmenlerin başında da bu durum gelmektedir. Karşılaştığımız vakalarda kendisinden ayrılmak isteyen trans kadına yönelik şiddet uygulandığını görüyoruz. Erkek olarak trans kadını kendinden aşağıda gören erkek, bu durumu kendine yediremiyor ve şiddet yoluna başvuruyor.
Toplumda biyolojik kadın olarak gelen ve daha trans erkek olarak devam edenler ile trans kadınların desteklenmesi noktası da dikkat çekici. Erkeklik toplumda kutsal bir şey olarak görüldüğünden, trans erkekler için 'Doğru yolu bulma' tabirinin kullanıldığını biliyoruz. Ancak biyolojik erkek olarak dünyaya gelen trans kadın olarak hayata devam etmek ya da kadın olarak kendini ifade etmek bu toplumda bir eziklik göstergesi olarak algılanıyor. Ortaya çıkan bu algı iş hayatından toplumsal hayata kadar birçok alana da etki ediyor.'
'Türkiye toplumunda okuyan veya kültürlü insanların ötekileştirmeden uzak olduğu sanılır ki bu da doğru değildir. Sosyal hizmet uzmanı olarak kendi meslektaşlarımla bile LGBTİ alanında konuştuğumda oldukça fazla önyargı ile karşılaşabiliyorum. Bir uzman arkadaşım 'Ben Ankara Kolej'de yürürken onları görmek istemiyorum' cümlesini kurabiliyor ise bu, durumun okumayla bir alakasının olmadığını gösterir. Ötekileştirmenin karşısında durmak öncelikle algıların yıkılması ile başlayan bir süreç.
Yaşanan nefret suçlarına ilişkin olarak çözüm üretmek için öncelikle savcı, polis ve hakimler toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir eğitimden geçmesi gerektiklerine inanıyorum. Yine tüm topluma yönelik olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin derslerin zorunlu bir ders olarak okutulması önemli bir çözüm adımı olacaktır. Bu konuda medyanın diline dikkat etmesi ve cinsiyet eşitliğine önem vererek haberler yapması oldukça önemli. Bir saldırı veya bir cinayette medya yalnızca adli güçlerden bilgi almak yerine, LGBTİ+ örgütlerinden de bilgi aldığında ve haber diline özen gösterdiğinde sorunun çözümüne katkı sunmuş olacaktır.''
Haberin tamamı için tıklayın.
.
.
'Türkiye'de şiddet her gün artarken, bu şiddetten en fazla etkilenenler arasında geçmişten bu yana kimlikleri nedeni ile baskıya maruz kalan translar oldukça önemli bir yer tutuyor. Her yıl yüzlerce transın şiddete maruz bırakıldığı Türkiye'de işlenen nefret cinayetlerine yönelik yargının tutumu ve medyanın dili de translar için yaşamı oldukça zorlaştırıyor.
Türkiye'de faaliyet gösteren birçok dernekten biri olan KAOS GL Derneği'nin yayınladığı '2017 Yılında Türkiye'de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu'na göre 2017'de bir önceki yıla göre homofobik ve transfobik nefret suçu bildirimlerinde azalma olurken, bu durumun nedeni olarak umut vermeyen politik ve toplumsal ortam gösteriliyor.
...
Son olarak İstanbul Beyoğlu'nda yaşayan Esra Ateş'in evinin önünde öldürülmesi ile bir kez daha gündeme gelen nefret cinayetleri, uzun yıllardır Türkiye'nin gündeminde yer alıyor. LGBTİ dernekleri ve insan hakları örgütleri tarafından cinayet ve saldırıların önlenmesi için hayati önemde görülen ve çıkarılması için mücadele edilen Nefret Suçları Yasası konusunda ise bir gelişme kaydedilmedi.
Esra Ateş'in evinin önünde öldürülmesinin ardından basın açıklaması düzenleyen arkadaşları ve LGBTİ aktivistleri cinayetlerin görünmez kılındığını belirterek durumu kabul etmediklerini belirtti. Açıklamada 'LGBTİ+ cinayetlerinin failleri yargılanırken tıpkı kadın cinayetlerinde yaptıkları gibi 'haksız tahrik' ve 'iyi hal' indirimleriyle faillere güç vermekte, yeni cinayetlerin ve saldırıların önünü açmaktadır' sözleri ile yargısal süreçlere dair itiraz dile getirildi.

'Evimin içinde bile kendimi güvende hissetmiyorum'
Ankara'da 23 Ağustos tarihinde erkek arkadaşı tarafından ayrılmak istediği için saldırıya uğrayan ve gasp edilen trans kadın Eda'ya saldıran kişi polis tarafından serbest bırakılmıştı. Saldırganı serbest bırakan polisler, aynı zamanda Eda'ya ait olduğu belirtilen telefonun saldırgan tarafından alınmasını da gasp olarak değerlendirmemişti. Saldırıda çenesi kırılan ve ameliyat olacağı günü bekleyen Eda, gazetemize yaptığı açıklamada saldırı ardından tedirgin olduğunu belirtti....
Meydana gelen saldırının ardından saldırganın serbest bırakılması nedeni ile yaşadığı evde kendini güvende hissetmediğini ve avukatı aracılığı ile koruma talebinde bulunacağını dile getiren Eda, sağlık durumuna ilişkin ise şu bilgileri paylaştı:
'Yaşadığım bu olayın ardından dışarı çıkmaya korkar oldum. Aynı zamanda şu an çenem kırık ve 31 Ağustos tarihinde ameliyat olacağım. Sokağa çıktığım zamanlarda arkama bakarak tedirgin biçimde işlerimi halletmeye çalışıyorum. Olayın verdiği etki nedeni ile sürekli olarak takip ediliyormuşum hissi yaşıyorum. Kendimi evimin içinde bile kendimi güvende hissetmiyorum. Şu an için bir koruma tedbiri de bulunmuyor, avukatım bu konuda başvuru yapmaya hazırlanıyor.'
Eda son olarak medyaya çağrıda bulunarak, nefret suçlarına ilişkin haberlerde kullanılan haber diline özen gösterilmesini ve şiddetin teşvik edilmemesini istedi.
'Söz konusu olan erkekliği koruma ve baskın olma güdüsü'
Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği'nde Sosyal Hizmet Uzmanı olarak görev yapan ve trans bireyler ile çalışan Şennur Ören ise Türkiye toplumunda erkeklik güdüsünün baskınlığının nefret suçlarını arttıran en önemli etmen olduğunu belirtti.
Toplumun erkekliği 'doğru yol' olarak adlandırdığına vurgu yapan Ören, durumu şu cümleler ile değerlendirdi:
'Türkiye'de translara yönelik hala bir kabullenememe durumu mevcut. Türkiye'de yetişen insanların büyük bir çoğunluğu, kadın veya erkek kimlikleri ile büyütülür ve bunların dışında bir norm görülünce reddetme durumu geliştiriliyor. Türkiye toplumu hala bir erkeğin kadın olabileceğini benimseyememiş durumda. Kaldı ki nefret cinayetlerinde en sık karşılaştığımız açıklamalar da 'Ben onun kadın olduğunu düşündüm, erkek çıktı' şeklinde oluyor. İnsanlar arasında geçen konuşmalarda dahi 'travesti' bir hakaret olarak kullanılıyor. Tamamen erkekliği koruma ve baskın olma güdüsü ile alakalı bir durum söz konusu. Nefret cinayetlerinin işlenmesine neden olan etmenlerin başında da bu durum gelmektedir. Karşılaştığımız vakalarda kendisinden ayrılmak isteyen trans kadına yönelik şiddet uygulandığını görüyoruz. Erkek olarak trans kadını kendinden aşağıda gören erkek, bu durumu kendine yediremiyor ve şiddet yoluna başvuruyor.
Toplumda biyolojik kadın olarak gelen ve daha trans erkek olarak devam edenler ile trans kadınların desteklenmesi noktası da dikkat çekici. Erkeklik toplumda kutsal bir şey olarak görüldüğünden, trans erkekler için 'Doğru yolu bulma' tabirinin kullanıldığını biliyoruz. Ancak biyolojik erkek olarak dünyaya gelen trans kadın olarak hayata devam etmek ya da kadın olarak kendini ifade etmek bu toplumda bir eziklik göstergesi olarak algılanıyor. Ortaya çıkan bu algı iş hayatından toplumsal hayata kadar birçok alana da etki ediyor.'
'Medya cinsiyet eşitliğine önem vererek haberler yapmalı'
Türkiye toplumunda eğitim durumunun ötekileştirme önünde engel olmadığını belirten Şennur Ören, eğitimli kesimlerin de ötekileştirici söylem ve davranışlarda bulunduğunu örnekler üzerinden anlattı. Sorunun çözümüne ilişkin olarak en önemli adımın toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin eğitim süreçlerinin işletilmesi olduğu görüşünü dile getiren Ören, sözlerini şöyle sürdürdü:'Türkiye toplumunda okuyan veya kültürlü insanların ötekileştirmeden uzak olduğu sanılır ki bu da doğru değildir. Sosyal hizmet uzmanı olarak kendi meslektaşlarımla bile LGBTİ alanında konuştuğumda oldukça fazla önyargı ile karşılaşabiliyorum. Bir uzman arkadaşım 'Ben Ankara Kolej'de yürürken onları görmek istemiyorum' cümlesini kurabiliyor ise bu, durumun okumayla bir alakasının olmadığını gösterir. Ötekileştirmenin karşısında durmak öncelikle algıların yıkılması ile başlayan bir süreç.
Yaşanan nefret suçlarına ilişkin olarak çözüm üretmek için öncelikle savcı, polis ve hakimler toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin bir eğitimden geçmesi gerektiklerine inanıyorum. Yine tüm topluma yönelik olarak toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin derslerin zorunlu bir ders olarak okutulması önemli bir çözüm adımı olacaktır. Bu konuda medyanın diline dikkat etmesi ve cinsiyet eşitliğine önem vererek haberler yapması oldukça önemli. Bir saldırı veya bir cinayette medya yalnızca adli güçlerden bilgi almak yerine, LGBTİ+ örgütlerinden de bilgi aldığında ve haber diline özen gösterdiğinde sorunun çözümüne katkı sunmuş olacaktır.''
Haberin tamamı için tıklayın.