11. Yargı Paketini Paketliyoruz | kaosgl.org’dan Oğulcan Özgenç: “Yargı paketi, nefret cinayetlerinin bahanesini hukuki zemine taşımaya niyetleniyor.”

Röportaj: Eylem Esen Arabacı

pembehayat.org’un 11. Yargı Paketini Paketliyoruz serisinin altıncı bölümünde, kaosgl.org’dan gazeteci Oğulcan Özgenç ile konuşuyoruz.
Oğulcan, yargı paketi tartışmalarıyla birlikte LGBTİ+’ların yeniden hedef haline getirildiği medya dilini, nefret söyleminin nasıl meşrulaştırıldığını ve sansür yasasıyla birlikte haberciliğin geleceğini anlatıyor.
Bu röportajda, hak temelli gazeteciliğin yalnızca bilgi üretimi değil, aynı zamanda bir hafıza ve direniş pratiği olduğunu hatırlatıyor:

“Yargı paketi, nefret cinayetlerinin bahanesini hukuki zemine taşımaya niyetleniyor.”

11. Yargı Paketi tartışmaları boyunca LGBTİ+’lar bir kez daha medyada hedef haline getirildi. Bu süreçte haber dilinde ve manşetlerde seni en çok ne rahatsız etti?

“Yargı paketinin gündeme gelmesiyle birlikte, uzun süredir LGBTİ+ hareketini hedef alan, başta Yeni Akit olmak üzere, kimi gazeteler bu tartışmayı yeni bir saldırı alanına dönüştürdü. “Sapkınlara haçlı kalkanı”, “LGBT aşıkları karalar bağladı” gibi manşetler, LGBTİ+ varoluşunu hedef gösteren ve nefreti yasalaştırmayı amaçlayan bir siyasi zemini medya dili üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Yargı paketinin mevcut haliyle içerdiği LGBTİ+ karşıtı düzenlemeler zaten ciddi bir tehdit oluştururken, yandaş medya organları da düşmanlık iklimini pekiştiren nefret söylemlerini sürdürdü.  Ayrıca tartışmalar manşetlerle de sınırlı kalmadı. Uzun süredir LGBTİ+ karşıtlığı üzerinden siyaset yapan Vatan Partisi, paketin mevcut halini “yetersiz” bularak daha sert düzenlemeler talep etti ve bu söylemlerini basına taşıdı. Buna ek olarak, sosyal medyada örgütlü troll hesaplar benzer bir nefret dilini yaygınlaştırdı; yargı paketini bir “müjde” söylemiyle dolaşıma sokarak LGBTİ+’ları açıkça hedef aldı.

Tüm bunların ortaklaştığı nokta şu oldu: yandaş medya, siyasetin kurduğu hedef göstermeyi yeniden üretti ve topluma “bu düşmanlık meşrudur” mesajını vermeye çalıştı. Basının bilgi verme sorumluluğunun yerini, kimileri için LGBTİ+’ları tehlikeye atan bir linç atmosferini normalleştirme çabasının aldı. En rahatsız edici olan buydu.

Bunların yanında, yargı paketine ilişkin haberlerde LGBTİ+’lara yönelik nefreti görünür kılan ve düzenlemelerin Meclis’ten geçmesi halinde doğabilecek sonuçları kamuoyuna hatırlatan gazetecilik örneklerini de not etmek gerekir. Bu örnekler, nefret siyasetinin sonuçlarını açıklıkla ortaya koyan, sorumluluk sahibi bir habercilik çizgisinin mümkün olduğunu göstermesi açısından önemli.”

 Kaos GL yıllardır nefret söylemine, sansüre ve erişim engellerine rağmen yayın yapmaya devam ediyor. Bu yeni yasa tasarısı, sence medya açısından nasıl bir tehdit oluşturuyor? Sence bu yargı paketi ve “sansür yasası”yla birlikte nasıl bir medya iklimi doğacak?

“Yargı paketinin sadece LGBTİ+’ları hedef almadığını, LGBTİ+’lara dair habercilik yapan gazetecileri, yani kamusal bilgi üretimini de doğrudan kriminalize ettiğini bir kez daha vurgulamak gerek. Bugüne kadar nefret söylemine, erişim engellerine ve keyfi sansür girişimlerine rağmen haber üretmeye devam eden mecralar için bu, temel bir demokrasi ve hakikat meselesi. Yargı paketinde yer alan belirsiz ve geniş yorumlanabilir maddeler, “haber yapmayı”, “görüneni göstermeyi” ya da sadece LGBTİ+’ların sesini aktarmayı bile suç konusu haline getirebilecek bir zemin yaratıyor. Yani mesele sadece LGBTİ+ odaklı yayıncılık değil; hak ihlallerini görünür kılma imkanının sistematik olarak daraltılması. Bu da toplumun haber alma hakkının hedef alınması demek. Bugün bu tasarıyla hedef alınan LGBTİ+ gazeteciliği ama yarın başka bir hak alanını dile getiren herkes olabilir. Böyle bir düzenlemenin yürürlüğe girmesi halinde, medya alanında daha daralmış, otosansürün yaygınlaştığı, eleştirel haberciliğin kriminalize edilme riski altında baskılanmış ve iktidarın çizdiği sınırlar içinde “güvenli” görülen söylemlerin dolaşımda kaldığı bir iklimle karşı karşıya kalacağız.

Bu noktada şunu da eklemek gerekiyor: Yargı paketine dair tepkilerde kültür-sanat alanının büyük bölümünün sessiz kalması dikkat çekici. Oysa bu alan, uzun süredir iktidar politikaları üzerinden sansürün ve baskının hedefinde. Başta KuirFest olmak üzere kültür-sanat alanında faaliyet gösteren kurumların açıklaması, yargı paketinin geçmesi halinde kültür-sanat üretiminin nasıl etkileneceğine dair önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Fakat pek çok kültür-sanat kurumunun hala bu süreçte söz üretmediğini görüyoruz. Halbuki ifade özgürlüğüne yönelik bu tür müdahaleler kültürel üretim alanının bütününü doğrudan etkiliyor.

Bu sessizlik, zamanla yerleşen sansür ortamının normalleşmesine eşlik eden bir tutuma dönüşme riski taşıyor. Kimi zaman “mesafe” olarak tanımlanan bu geri çekilme hali, aslında baskının görünmez biçimlerde derinleşmesine zemin hazırlıyor.”

Bu süreçte hem gazeteci hem de LGBTİ+ haberciliği yapan biri olarak kişisel bir baskı hissettin mi? Korku ya da oto-sansürle baş etmenin yollarını nasıl buluyorsun?

“Açık söylemek gerekirse, bu süreçte büyük bir kişisel baskı hissetmedim. Elbette atmosfer gergin, söylemler sert ve sürekli bir tehdit dili dolaşımda; fakat benim açımdan asıl ağırlık, aktüel bir gazetecilik yapmanın getirdiği yoğunluk oldu. Gündemi an be an takip etmek hem sahadaki hak ihlallerini hem de yargı paketine dair tepkileri ve gelişmeleri izlemek ciddi bir tempo gerektiriyor. Korkudan ziyade haber yetiştirme telaşı var.

Oto-sansür meselesine gelince, bu da LGBTİ+ haberciliği pratiğinde çok mümkün değil diye düşünüyorum. Özellikle böyle bir atmosferde geri çekildiğiniz her an, tanıklığın kaybolma riski var. Bu da kayıt düşme sorumluluğunun zedelenmesi anlamına geliyor. Bu yüzden, korkuyla değil sorumluluk duygusuyla hareket etmeye çalışıyorum. Tabii ki bu, risklerin yok olduğu anlamına gelmiyor; sadece, bu işin doğasının bir parçası olarak kabul ediyorum. Bir noktada, haber yapmaya devam etmek zaten başlı başına bir cevap haline geliyor.”

Yargı paketinin ve mevcut medya ortamının, hak temelli gazetecilik yapan kurumlar üzerinde nasıl bir etkisi var? Dayanışma bu alanda nasıl kurulabilir?

“Yargı paketi ve mevcut medya iklimi, hak temelli gazetecilik yapan kurumlar açısından güvenlik hissini ve kamusal alanı doğrudan etkileyen bir çerçeve oluşturuyor. Bu düzenlemeler, özellikle hak ihlallerini görünür kılmaya çalışan mecraların üzerindeki baskıyı artırıyor ve haber üretimini kriminalize etme riskini beraberinde getiriyor. Dolayısıyla bu süreç hem editoryal pratikleri hem de dijital ve fiziksel güvenlik tartışmalarını daha görünür hale getiriyor. Aynı zamanda, hak temelli gazetecilik yürüten kurumların kamusal alandaki yerini daraltmayı hedefleyen bir politik atmosferin de göstergesi.

Böyle bir dönemde dayanışmayı hatırlamak ve bunu sürdürülebilir kılmak çok önemli. Hak haberciliği yapan kurumların birbirinin alanını beslemesi, farklı seslerin ve yayın çizgilerinin birbirini güçlendirmesi, bu baskı ortamına verilebilecek en etkili yanıtlardan biri. Çünkü böylesi dönemlerde mesele sadece “kim hedefte?” sorusuyla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda “LGBTİ+ düşmanlığına karşı nasıl ortak bir söz ve alan kurabiliriz?” sorusunu da gerektiriyor. Bu yüzden dayanışma, bir savunma refleksi olmanın ötesinde nefret siyasetine karşı ortak bir duruş ve geleceğe yönelik ortak bir tahayyül oluşturma pratiği olarak düşünülmeli.”

 Eğer bu röportaj bir çağrı olsaydı, o çağrı gazetecilere ve okurlara ne olurdu?  Bugün haberi kim, ne için yazmalı sence?

 “Eğer bu röportaj bir çağrı olsaydı, muhtemelen “hatırlayın” derdim. Çünkü bugün tartıştığımız yargı paketi, LGBTİ+’lara yönelik topyekûn bir savaşın yeni ve kritik bir aşaması ve en temel hakları hedef alan politikalarda bir eşik anlamına geliyor. Ahmet Yıldız’ı, Hande Kader’i, Ecem Seçkin’i ve nefret cinayetleri nedeniyle hayatını kaybeden tüm LGBTİ+’ları hatırlamak, bugün neyin söz konusu olduğunu görmemizi sağlayan bir hafıza. Haberi kim yazıyorsa yazsın, bu hafıza, gerçeği görünür kılmak ve unutmamak için önemli bir referans noktası.

Bu yargı paketi, nefret cinayetlerinde katillerin dilindeki “şüpheleri” ve asılsız iddiaları hukuki zemine taşımaya niyetleniyor. Trans kadın cinayetlerinde sıkça duyduğumuz “kadın olduğunu bilmiyordum” gibi ifadeler, yıllardır nefretin bahanesi olarak karşımıza çıktı; LGBTİ+ karşıtı düzenlemeler bunları yasal dayanak haline getirebilecek bir zemin yaratmayı amaçlıyor.”