Önyargılar Giremez!

TkMM’de Homofobi/Transfobi Manzaraları                              

6 Şubat 2010 Cumartesi günü, Türkiye Küçük Millet Meclisi toplantısına Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği’ni temsilen katıldım. Bu toplantılarda amaç, sivil toplum örgütleri ile yerel yöneticileri, siyasi parti temsilcilerini ve milletvekillerini buluşturmak. Ayda bir yapılan toplantılarda belli konu başlıkları belirleniyor ve bu konu başlıkları üzerinden STÖ temsilcileri ve parti temcilcileri tartışmaya başlıyorlar.

Güzel bir konsept; zira “önyargılar giremez!” sloganı ile her kesimden STÖ veya bireyler – ki bireyler şahısları adına da başvuru yapmak adına katılabiliyorlar toplantılara – bir araya geliyorlar. Tek koşul önyargılardan arınmak ve toplantıya bu şekilde girmek.

“Askeri Vesayet – Sivil Vesayet ve Anayasa” başlıklı Şubat ayı toplantısı ilk başlarda gayet sakin ve herkesin üzerinde uzlaştığı bir seyirde geçti: Askerin siyasete müdahalesi kabul edilemez! İlk söz STÖ temsilcilerinindi ve ben de Pembe Hayat Derneği adına söz aldım. Kısaca, militarist hegemonyanın kırılması gerektiğini, askerin siyasete müdahalesinin kabul edilemez olduğunu ve toplum olarak artık militarize edilmek istemediğimizi söyledim. Fakat meselenin bununla bitmeyeceğini, “sivil” adı verilen siyasi partilerin ne kadar sivil olduğunun da tartışmalı olduğunu, militarizmin iliklerimize dek işlemiş olduğunu ve dolayısıyla önce kendilerini sivil olarak adlandıranların kendilerini eleştirmeleri gerektiğini belirttim.Bazı STÖ temcilerinin askerin elini ayağını siyasetten çekmesiyle bütün sorunların bertaraf olacağını belirtmesiyle tekrar söz aldım ve LGBTT bireyler olarak ya da diğer toplum kesimleri açısından, “sivil” yöneticilerden de çok çektiğimizi; asıl sorunun heteroseksist/cinsiyetçi/ataerkil bir ordunun vesayeti ile heteroseksist/cinsiyetçi/ataerkil bir AKP ya da diğer siyasi partilerin vesayeti arasında bir gerginlik değil, sorunun her iki kanadın da demokrat olmaması olduğunu belirttim.

Siyasi parti temsilcileri, AKP’den Faruk Koca, Saadet Partisi’nden Mustafa Kamalak, Türkiye Partisi’nden adını hatırlamadığım eski bir vali ve YeniSol’dan Çağdaş Küpeli idi. CHP ve MHP yoktu toplantıda. İktidar partisini temsilen katılan Faruk Koca ciddi eleştirilerin hedefi oldu. Faruk Koca ile benim aramda uzun süren bir tartışma başladı.

Faruk Koca ilk söz aldığında AKP’nin toplumun bütün kesimlerini kucakladığını, LGBTT’lere de eşit mesafede olduğunu ve bu açıdan bir endişemizin olmaması gerektiğini belirtti. Hatta daha da ileri giderek, Tayyip Erdoğan’ın bizler de dahil olmak üzere herkesin haklarını savunduğunu söyledi. Bu sözlere kim inandı salondakilerden bilmiyorum ama tabii ki ben inanmadım.

Kendisine, derneklerimize sürekli kapatma davalarının açıldığını, polislerin travesti ve transeksüeller başta olmak üzere birçok vakada işkence ve kötü muamelede bulunduğunu, Kabahatler Kanunu’nu, Burhan Kuzu’nun “Eşcinseller de haklarını istiyor, onlara da mı vereceğiz'” sorusunu, AKP’nin eşcinsellerin partiye üye olamayacağına dair birçok yerde sarf ettiği sözler gibi birçok konuya rağmen neye dayanarak bizleri de koruduklarını sordum. Cevaben, şu vahim argümanları sıraladı: “Ben şahsen sizlere saygı duyuyorum, ama yaşam tarzınıza ve düşüncelerinize katılmıyorum. Hatta çocuklarımın da sizler gibi olmasını istemiyorum. Ama konuşma hakkınızı savunuyorum.”

Bu sözleri üzerine, orada AKP’yi temsilen bulunduğunu, zaten hayatın her alanında ezilen bir grup hakkında daha sorumluluk sahibi bir biçimde konuşma yapması gerektiğini, söylediği sözlerin homofobik ve transfobik olduğunu ve ayrımcılığı teşvik ettiğini belirttim. LGBTT’lerin homojen bir grup olmadığını, dindar olanımızdan ateistine, Kemalist’inden sosyalistine dek birçok farklı düşünce ve yaşam tarzına sahip LGBTT olduğunu ve dolayısıyla “sizin yaşam tarzınız” diye adlandırdığı şeyin sadece ve sadece kendi önyargıları olduğunu ve bunun da halkı temsil eden bir milletvekiline yakışmadığını söyledim.

Sanırım kimse böylesi bir muhalefeti beklemiyordu. Faruk Koca da en sonunda, başta söylediği genel-geçer insan hakları edebiyatını parçalamak dışında bir şey söyleyemedi.

Sadece AKP değil, YeniSol temsilcisi dışındaki diğer temsilciler de, son derece ilgisiz ve vurdumduymaz bir suskunluk ile kendilerine sormuş olduğum nefret suçları, ayrımcılık yasağı ve insan hakları eşitlik kurumu ile temelde anayasa çalışmalarına dair sorularımı yanıtsız bırakıp aynı noktada birleştiler. Homofobik ve transfobik olduklarını teyit ettiler susarak.

Kendine demokrat AKP, Türkiye Partisi ve Saadet Partisi, askerin siyasetten elini çekmesinin tek başına demokrasi demek olduğunu düşünüyorlar anlaşılan. Bugün elimden geldiğince, demokrasinin, tüm sosyal gruplara eşit mesafede olan bir anayasa ile mümkün olacağını, ordunun kışlasına geri dönmesinin tek başına demokrasi için yeterli olmayacağını anlatmaya çalıştım. Kısa günün karı, AKP’li Faruk Koca ile diğer STÖ temsilcileri ve siyasi parti temsilcilerinin yarım saat boyunca LGBTT meselesine kafa yormalarını sağlamak oldu.

Toplantı sonunda Faruk Koca, “Size eşit mesafede olduğumu göstermek için meclisteki odamda misafir etmem mi gerek'” diye sordu. Cevabım netti: “Bu adımı neden atmayasınız'” Kaçışın olmadığını anlayınca, yuvarlak bir ifadeyle “Beklerim sizi,” dedi.

Kim bilir, bir gün belki de bizleri meclisteki ofislerinde misafir ederler.

Kemal Ördek